Karamanoğullarının ikinci beyi olan Kerimüd-din Karaman Bey’in oğludur. Karaman Bey’in ölümünü müteakip yerine Selçuklu Sultanı Rukneddin Kılıçaslan kendisinin güvendiği vezinlerinden Hutenoğlu Bedreddin İbrahim’i Karamanoğullarının başına getirip ondan, Karaman Bay’in Oğullarını yok etmesini istedi. Hutenoğlu Bedreddin İbrahim, Larende’ye gelip oturdu ve Karamanoğlu Mehmet Bey’i annesini ziyarete geldiği bir sırada Yerköprü’de yakalayarak Konya’daki Gavele kalesine hapsettirdi. Mehmet Bey bu sırada 18 yaşlarında idi. 1264 yılında Rukneddin Kılıçarslan ölüp, yerine küçük yaştaki oğlu lll. Gıyaseddin Keyhüsrev başa geçti. Bu sırada Vezir olan Muiniddin Süleyman Pervane’nin yardımıyla hapisten çıkan Karamanoğlu Mehmet Bey, 1264 yılında Ermenek’e gelerek buradaki Karamanoullarının başına geçti. Karamanoğullarını yerle bir edip, topraklarına hakim olmak isteyen Hutenoğlu Bedreddin İbrahim hazırladığı büyük bir ordu ile Ermenek üzerine yürüdü. Karamanoğulları ile Göksu geçidinde çetin bir savaşa tutuştu. Ancak Kahramanca savaşan Karamanoğulları karşısında mağlup olmuş, silahlarını ve diğer malzemelerini toplamaya fırsat bulamadan geri çekilip, canını zor kurtarmıştır. Bu hareket Karamanoğullarının cesaretini artırmış, çevrede yaşayan Türkmenlerin de kendilerine katılması ile büyük bir güç haline gelmiştir. Bu şekilde güçlenen Karamanoğulları, üzerlerine gelecek Selçuklu ve Moğol kuvvetlerini mağlup edebilecek duruma gelmiştir. Bu durumdan cesaret alan Karamanoğulları 1264 yılında Konya üzerine yürüyerek Konya’yı zaptetmiştir. Mehmet Bey Konya’yı zabteddikten sonra bir yıl süre ile Konya’da oturmuş ve bu süre içerisinde çevresindeki adamları ile birlikte her gün Mevlana’yı ziyaret etmiş ve ondan feyz almıştır. Konya’yı ele geçiren Mehmet Bey Selçuklu tahtına sultan olarak oturmamış, Selçuklu Sultanı ll. Keykavus’un oğlu Siyavuş’u 12 Mayıs 1277 de tahta geçirmiştir. Bu zaferden sonra Mehmet Bey Konya hazinelerini Karaman’a taşımıştır.
Karamanoğlu Mehmet Bey’in Konya’yı elegeçirmesi, dağılan kabilelerin toparlanmasına vesile olmuş ve kısa zamanda çevredeki bazı beylikler (Eşrefoğulları, Menteşeoğulları ve Saruhanoğulları) Karamanoğullarının hakimiyeti altına girmiştir. Mehmet Bey bundan sonra uç Türkmen beyliklerinin başına kardeşi Mahmut Bey’i göndererek, Tarsus-Adana, Adana-Konya ve İç Anadnolu ticaret yolunun düğüm noktası olan Gülek Boğazındaki Gümrük Teşkilatının ve orada bulunan Garnizonun ele geçmesini sağlamış ve Venediklileri, Cenevizlileri ve Ermenileri vergiye bağlamıştır. Karamanoğlu Mehmet Bey Konya’ya Selçuklu Sultanı Sultan İzzeddin Keykavus’un oğlu Gıyaseddin Siyavuş’u başa geçirmiş, kendisi de vezir olmuştur. Önceleri Moğol baskısına başarı ile karşı koymasına ve bir çok defa galip gelmesine rağmen, sonunda yapılan bir savaşta Moğolların büyük bir ordu ile saldırmaları karşısında Mehmet Bey Ermenek ve Mut havalisine çekilmiştir. Mehmet Bey’in çekilmesinden sonra Konya Moğollar tarafından işgal edilmştir. Moğollar her tarafı yakıp yıkarak ilkbahar mevsiminde Mut taraflarına kadar inerler. Moğollarla yapılan bu savaşta Mehmet Bey iki kardeşi ile beraber 1280 yılında şehit düşmüştür. Şehit düşen Mehmet Bey’in başı kesilerek Konya’ya götürülmüştür (bir rivayette Karadağ’da, bir rivayette Toroslar’da) Genç yaşta iken şehit olmuştur. Kabrinin nerede olduğu belli değildir.
Mehmet Bey Konya’yı ele geçirip, Siyavuş’u Selçuklu tahtına geçirdikten sonra 13 Mayıs 1277 tarihinde Konya önünde aktedilen bir toplantı ile Türkçe’yi resmi dil olarak ilan eden ünlü fermanını yayınlamıştır.
Karamanoğlu Mehmet Bey’in ünlü fermanı İbni Bibi’nin Evamirü’l-Alaiyye adlı Farsça eserinde Farsça olarak yer almıştır.İbni Bibi’nin eseri Yazıcıoğlu Ali tarafından Tevarih-i Al-i Selçuk adıyla 15.yüzyılda Türkçeye çevrilmiştir. Çevirinin yazması, Topkapı sarayı Revan bölümü, 1391 numarada kayıtlıdır. 13.yüzyılın dil özelliklerini yansıtan bu yazmada ferman şu şekilde Türkçeye çevrilmiştir:
“Şimden girü hiç kimesne kapuda ve divanda ve mecalis ve seyranda Türki dilinden gayri dil söylemeye”
13.Yüzyılın dilini yansıtan bu cümle bugünkü Türkçeye Karaman Valiliğinin başvurusu üzerine Türk Dil Kurumu tarafından şu şekilde aktarılmıştır.
“Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk Dilinden başka dil kullanmaya”
Karamanoğlu Mehmet Bey’in, 13 Mayıs 1277’ de, Türkçe’yi korumak amacıyla yayınladığı ünlü fermanı, O dönemdeki Anadolu’nun durumunu bilmeden değerlendirmek doğru olmaz.
XII. Yy ve sonları, Anadolu Selçukluları’nın hüküm sürdüğü; Türk olmalarına rağmen, devletin her alanında İran hakimiyetinin apaçık görüldüğü ve Türklüğün değerlerinin devlet eliyle unutturulmaya yüz tuttuğu yıllardır. İşte bu dönemde Karamanlılar, Anadolu’da sadece dil alanında değil; Türk değerlerinin yaşatılması için, her alanda, büyük mücadeleler vermişlerdir.
1238 ‘de, Selçuklular’ın İranlaşması karşısında, Karamanlıların atası, Nure Sofi’nin de katıldığı, Türklüğün savunması denilebilecek, Kırşehir’in Maliya Ovasın’da gerçekleşen savaş; Karaman-oğulları’nın Anadolu’da verdikleri mücadelelerin ve değerlerin korunması savaşının en açık delilidir.
Karamanoğlu Mehmet Bey, Anadolu’da Türklüğün, mücadelesini vermiştir. 1277’ de yayınladığı fermanın özünde, bir milletin birlik-beraberliğinin ilk adımının, dil birliği olduğu vurgulanmaktadır.
Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen, burada devlet ve beylikler kuran Türk boylarının, başka milletlerin değerlerini kabullenip, kendi öz yapılarını terk etmeye yöneldikleri bu dönemde, sadece Karamanoğulları’nın, Türk değerlerine bağlı kalma savaşı vermeleri ve Karamanoğlu Mehmet Bey’in bu gerçeği, tarih sayfalarına fermanıyla yazması, Anadolu Türk tarihinin en önemli adımlarındandır.
Bugün Anadolu’da Türk değerleri yaşıyorsa; Türkçe çeşitli devirlerde, insafsız saldırılara uğramasına rağmen, hala dipdiri ise, bunda Karamanoğulları’nın mücadelelerinin ve Karamanoğlu Mehmet Bey’in payı büyüktür.
İstiklal Savaşımızın önde gelen kahramanlarındandır. İlk adı Musa Kazım olan Kazım Karabekir Paşa’nın babası, Karaman’a bağlı Kazım Karabekir ilçesi eşrafından, Mehmet Emin Paşa’dır. Babası İstanbul’da jandarma subayı iken, Kazımk Karabekir 1882 yılında, burada doğdu. Fatih Askeri Rüştiyesi’nde ve Kuleli İdadisi’nde okudu. 1902’de Harbiye’den, 1905 ’te Harp Akademisinden mezun oldu.
Bu tarihten itibaren, kurmay yüzbaşı olarak orduya katıldı. 31 Mart Vakasını bastıran Hareket Ordusu’nda ve Arnavutluk isyanını bastıran kolorduda görev aldı. İmparatorluğun değişik bölgelerinde görev yaptıktan sonra Çanakkale Muharebelerine katıldı. Buradaki başarılarından dolayı albaylığa yükseldi. Irak Cephesinde görevlendirilen Kazım Karabekir, burada İngilizlerle savaştıktan sonra 1917 yılında II. Kolordu Komutanı, 1918 yılında da I. Kafkas Kolordusu Komutanı oldu.
Kolordusu ile 1918 Şubatında Erzincan ve Erzurum’u, Rus askerleriyle takviye edilmiş, Ermeni ordusundan kurtardı. Sarıkamış’taki kolordumuzla birlikle, Kars ve Gümrü’yü aldı. Bu hizmetlerine karşılık, 1918 Temmuz’unda Mirlivalığa yükseldi. Kazım Karabekir, Ermeni ordusunu dağıttıktan sonra, İran Azerbaycanı’nı aldı ve burada İngilizleri yenilgiye uğrattı. Mütareke yapılıncaya kadar, İran Azerbaycanı ve bir kısım Ermenistan topraklarını hakimiyetinde tuttu.
Mondros Mütarekesi imzalanınca, İstanbul’ a çağırılan Kazım Karabekir Paşa, İstanbul’da görev almanın, vatanın ve milletin yok edilmesine seyirci kalmak olduğunu anladı ve Atatürk’le anlaşarak Doğuda görev istedi. 1919’da Erzurum’daki Şark Cephesi Komutanlığına atandı.
İstiklal Savaşı’nı başlatmak üzere Anadolu’ya gelen Atatürk’e en büyük destek, Kazım Karabekir Paşa’dan geldi. “Bütün kolordumla emrinizdeyim. Bütün emirleriniz, yine eskisi gibi, harfiyen ve derhal yerine getirilecektir.” diyerek eşi az bulunur bir vatanseverlik örneği sergiledi.
Kazım Karabekir, TBMM tarafından kendisine verilen bazı yerlerin kurtarılması görevini başarıyla yerine getirdi. Ermeni ordusunu bozguna uğratarak Kars, Ardahan ve Artvin’i, vatan topraklarına yeniden kattı. Gümrü ve Kars Anlaşmaları, Onun başkanlığında imzalandı. Bu başarılarından sonra “Şark Fatihi” olarak anılmaya başlandı.
Kazım Karabekir, Kurtuluş Savaşımızın her kademesinde görev aldı. Her görevi üstün bir başarıyla yerine getirdi, Atatürk’le her zaman yan yana ve Onunla birlikte olmuştu.
Kurtuluş Savaşı’nın bitmesinden sonra, 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu ve başkan seçildi. Bir süre sonra. Atatürk’e İzmir’de suikast düzenleyenler arasına adı karıştırıldı. İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan Kazım Karabekir, suçsuz bulundu.
Ancak, ömrü boyunca, hemen her cephede Türk Milleti için savaşmış, büyük başarılar kazanmış, emrindeki askeri birliklerle hiç tereddüt etmeden Atatürk’ün emrine girmiş; İstanbul Hükümeti kararlarını dinlememiş bir kahramanın adının, böyle bir talihsiz olaya karıştırılması bağışlanmaz bir hata olmuştur
Nitekim bu duruma çok üzülen Kazım Karabekir siyasetten çekilmiştir. 1938 yılında İstanbul Milletvekili seçilmiş, 1946 yılında Meclis Başkanlığına getirilmiştir. 26 Ocak 1948’de Ankara’da vefat etmiştir.
Karamanlı bir ailenin çocuğu olan Ahmet Muhiddin Piri’nin ailesi Fatih Sultan Mehmed devrinde padişahın emri ile Karaman ülkesinden İstanbul’a göç ettirilen ailelerdendir. Aile bir süre İstanbul’da yaşamış, sonra Gelibolu’ya göç etmiştir. Piri Reis’in babası Karamanlı Hacı Mehmet, amcası ise ünlü denizci Kemal Reis’tir.
Piri denizciliğe amcası Kemal Reis’in yanında başladı; 1487-1493 yılları arasında birlikte Akdeniz’de korsanlık yaptılar; Sicilya, Korsika, Sardunya ve Fransa kıyılarına yapılan akınlara katıldılar. 1486’da Endülüs’te Müslümanların hâkimiyetindeki son şehir olan Gırnata’da katliama uğrayan Müslümanlar Osmanlı Devleti’nden yardım isteyince o yıllarda deniz aşırı sefere çıkacak donanması bulunmayan Osmanlı Devleti, Kemal Reis’i Osmanlı Bayrağı altında İspanya’ya gönderdi. Bu sefere katılan Piri Reis, amcası ile birlikte Müslümanları İspanya’dan Kuzey Afrika’ya taşıdı.
Venedik üzerine sefer hazırlığına girişen II. Beyazid’in Akdeniz’de korsanlık yapan denizcileri Osmanlı donanmasına katılmaya çağırması üzerine 1494’te amcası ile birlikte İstanbul’da padişahın huzuruna çıktı ve birlikte donanmanın resmi hizmetine girdiler.
Piri Reis, Osmanlı Donanması’nın Venedik Donanması’na karşı sağlamaya çalıştığı deniz kontrolü mücadelesinde Osmanlı donanmasında gemi komutanı olarak yer aldı, böylece ilk kez savaş kaptanı oldu. Yaptığı başarılı savaşların sonucunda Venedikliler barış istediler ve iki devlet arasında bir barış anlaşması yapıldı. Piri Reis, 1495-1510 yıllarında İnebahtı, Moton, Koron, Navarin, Midilli, Rodos gibi deniz seferlerinde görev aldı. Akdeniz’de yaptığı seyirler sırasında gördüğü yerleri ve yaşadığı olayları, daha sonra Kitab-ı Bahriye adıyla dünya denizciliğinin de ilk kılavuz kitabı olma özelliğini taşıyacak olan kitabının taslağı olarak kaydetti.
Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’sinde Rodos adası Piri Reis, 1511’de amcasının bir deniz kazasında ölümünden sonra Gelibolu’ya yerleşti. Barbaros Kardeşler’in idaresi altındaki donanmada halaoğlu Muhiddin Reis ile Akdeniz’de bazı seferlere çıktıysa da daha çok Gelibolu’da kalıp haritaları ve kitabı üzerinde çalıştı. Bu haritalardan ve kendi gözlemlerinden yararlanarak 1513 tarihli ilk dünya haritasını çizdi. Atlas Okyanusu, İber Yarımadası, Afrika’nın batısı ile yenidünya Amerika’nın doğu kıyılarını kapsayan üçte birlik parça, bu haritanın günümüzde elde bulunan bölümüdür. Bu haritayı dünya ölçeğinde önemli kılan, günümüze kalmamış olan, Kristof Kolomb’un Amerika haritasındaki bilgileri içeriyor olması rivayetidir.
Barbaros Kardeşler, 1515 yılında dünyanın en büyük deniz güçlerinden birisini oluşturmuş ve Kuzey Afrika’da fetihler yapmışlardı. Piri Reis, Oruç Reis’in kaptanlarından birisi olarak hediye sunmak üzere yardımını bekledikleri Yavuz Sultan Selim’e gönderildiğinde Yavuz’un yardım olarak verdiği iki savaş gemisi ile geri döndü. Piri Reis, 1516-1517 yıllarında İstanbul’a geldiğinde tekrar Osmanlı donanmasının hizmetine girdi; Derya Beyi (Deniz Albayı) rütbesini aldı ve Mısır seferine gemi komutanı olarak katıldı. Donanmanın bir kısmı ile Kahire’ye geçip Nil ırmağını çizme fırsatı buldu.
Piri Reis, İskenderiye’nin ele geçirilmesinde gösterdiği başarılar ile padişahın övgüsünü kazandı ve sefer sırasında haritasını padişaha sundu. Günümüzde bu haritanın bir parçası mevcuttur, diğer parçası kayıptır. Bazı tarihçilere göre, Osmanlı padişahı dünya haritasına bakmış ve “Dünya ne kadar küçük…” demiştir. Sonra da, haritayı ikiye bölmüş ve “biz doğu tarafını elimizde tutacağız..” demiştir.. Padişah, daha sonra 1929’da bulunacak olan diğer yarıyı atmıştır. Bazı kaynaklarca, günümüzde bulunamamış olan doğu yarısını, Hint Okyanusu’nun ve onun Baharat yolunun kontrolünü ele geçirmek için Padişahın yapacağı olası bir sefer için kullanmak istediği bile iddia edilmektedir.
Piri Reis seferden sonra, tuttuğu notlardan Bahriye için bir kitap yapmak amacıyla Gelibolu’ya döndü. Derlediği denizcilik notlarını bir Denizcilik Kitabı (Seyir Kılavuzu) olan Kitab-ı Bahriye’de bir araya getirdi.
Kanuni Sultan Süleyman’ın dönemi, büyük fetihler dönemiydi. Piri Reis, 1523’deki Rodos seferi sırasında da Osmanlı Donanması’na katıldı. 1524’de Mısır seyrinde kılavuzluğunu yaptığı sadrazam Pargalı Damat İbrahim Paşa’nın takdiri ve desteğini kazanınca, 1525’da gözden geçirdiği Kitab-ı Bahriye’sini İbrahim Paşa aracılığıyla Kanuni’ye sundu.
Piri Reis’in 1526’ya kadar olan yaşamı Kitab-ı Bahriye’den izlenebilir. Piri Reis, 1528’de, ilkinden daha içerikli ikinci dünya haritasını çizdi.
1533 yılında Barbaros Hayrettin Paşa kaptan-ı derya olunca Piri Reis de Derya Sancak Beyi (Tümamiral) ünvanı alan Piri Reis, sonraki yıllarda, güney sularında devlet için çalıştı. Barbaros’un 1546’da ölümünün ardından Mısır Kaptanlığı (Hint Denizleri Kaptanlığı da denilirdi) yaptı, Umman Denizi, Kızıl Deniz ve Basra Körfezi’ndeki deniz görevlerinde yaşlandı. Osmanlı donanmasında yaptığı son görev idamıyla sonuçlanan Mısır Kaptanlığı oldu.
Mısır Kaptanı Piri Reis 1552’de Umman ve Basra üzerine 30 gemiyle çıktığı seferde, Hürmüz Kalesi’ni kuşatmıştı. Portekizlilerden aldığı haraç karşılığı kuşatmayı kaldırdı ve donanmasıyla Basra’ya döndü. Tamire muhtaç donanmayı orada bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır’a döndü, gemilerden birisi yolda battı. Donanmayı Basra’da bırakması kusur sayıldığı için Mısır’da hapsedildi. Basra valisi Kubat Paşa’ya ganimetten istediği haracı vermemesi, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa’nın politik hırsı yüzünden hakkında padişaha olumsuz rapor verildi ve dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın fermanı üzerine 1554’te boynu vurularak idam edildi. İdam edildiğinde 80 yaşının üzerinde olan Piri Reis’in terekesine devletçe el konuldu.
Bazı Kaynaklarda Piri Reis’in idamında Hürrem Sultan’ın rolü olduğu hakkında bir rivayet vardır. Hürrem Sultan’ın Kırım’dan Kemal Reis ve Piri Reis’in gemisi ile İstanbul’a getirildiği iddia edilir. Piri Reis’in dünya haritasının parçası Topkapı Sarayı Harem Dairesi’nde bulunmuştur. Hürrem Sultan’ın Piri Reis’in başarısının önüne geçmek için dünya haritasını parçaladığı ve parçaların Rusya’ya gönderildiği ve ardından Kanuni’nin aklına girerek Piri Reis’i idam ettirdiği iddia edilir.
Yunus Emre yaklaşık olarak 1238-1320 yılları arasında yaşadığı kabul edilmektedir. Yaşadığı yerin Orta Anadolu olduğu, ziraatla ve koyunculukla uğraşılan bir çevre olduğu tarihi belgeler ve şiirlerinden anlaşılmaktadır. Bu yerin de Karaman olduğu tarihi kayıtlarda çok açık ve net bir şekilde belirtilmiştir. Yunus Emre’nin yaşadığı yeri belirten yegane belge Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’in “İl Yazıcı Defteri” denilen resmi kayıt defteridir. İstanbul’da Başbakanlık Arşivcinde bulunan 871 numaralı, Konya Defterinin 236 numaralı sahifesinde kayıtlı olan bu yazı ilk önce Ömer Lütfi Barkan tarafından 1942 yılında ortaya çıkarılmıştır. Bu kayda göre Yunus Emre İsmail Hacı cemaatına mensuptur Bu belgede ismi geçen yerler Karaman’ın doğusunda ve 29 km uzaklıkta bulunmaktadır. Yunus Emre’nin dedesi İsmail Hacı’nın türbesi ve zaviyesi Tekke isimli bu yerdedir. Yunus Emre’nin Karamanoğlu İbrahim Bey’den satın aldığı “Yirce” isimli tarla da bu bölgededir. Yukarıdaki belgede aynen şöyle denilmektedir: “Amma yirce nam yeri bu cemaattan Yunus Emre Karamanoğlu İbrahim Bey’den satın almış, elinde mülknamesi vardır. Yunus Emre fevt olup evladına intikal eylemiştir. Ve bunlardan gayrı Kıraçlar Kuyusu ve Deve kuyusu ve İkisulu kuyu, bunlar İsmail bin Yunus Emre, Şehzadeden tapulayıp alup kendüye yurt eylemiştir. Elinde temessükü vardır.” denilmektedir. Yine bu belgenin bir yerinde “….adı geçen şeyh Hacı İsmail, cemaatinin dervişleri ile Horasan diyarından gelmiş aziz imiş. Buraya gelerek yurt, daha sonra oğlu Musa Paşa ile (bu günkü anlamda paşa değil ,ailenin büyük oğlu anlamında) burada birer zaviye yaptırmışlar. Daha sonra onun oğlu Kevki Çelebi de bir zaviye yaptırarak kendisine uyanlarla burada oturmuştur.” Denilmektedir. Bu belgelerden Yunus Emre’nin dedesi İsmail Hacı Horasandan gelerek Karaman’a yerleşmiş ve burada kendi adına bir köy kurmuştur. Yunus Emre, Karamanoğlu İbrahim Bey’den “Yirce” isimli yeri satın aldığına göre (1325-1333) tarihleri arasında yaşadığı anlaşılmaktadır. Yunus Emre’nin oğlu ve kızı vardı ve ölümünden sonra mülkü çocuklarına intikal etmiştir.
Yunus Emre’nin yaşadığı asır oldukça karışık, siyasi çalkantıların ve iç huzursuzlukların hat safhaya çıktığı bir dönemdir. Selçuklu Devleti çok zayıflamış, Şehzadeler arasında taht kavgaları baş göstermiştir. Devlet merkezi Konya Moğol istilasına uğramış, devlet bir Moğol eyaleti olarak yönetilmeye başlamıştır. Bu karışıklık nedeniyle hayat adeta zindan olmuş, insanlarda yaşama aşkı ve azmi kalmamıştır.
Yunus Emre bu karışık dönemde ortaya çıkmış ve insanları dinin manevi ve huzur verici ortamında teselliye çalışmıştır. Yunus Emre’nin bu dönemde insanlar arasında köy köy, şehir şehir dolaştığı, hatta Konya’ya giderek Mevlana Celaleddin Rumi’nin sohbetlerine katıldığını ve ondan övgüyle bahsettiğini şiirlerinden anlamaktayız.
Yunus Emre’nin şiirlerindeki ifadelerden çok güzel öğrenim gördüğü, bilim sahibi biri olduğu, Arapça ve farsça’yı en azından gerektiği kadar bildiği ve Hıristiyanlık ve Yahudilik hakkında bilgi sahibi olduğu anlaşılmaktadır.
Yunus Emre aslı asaleti belli, çok güzel tahsil görmüş bir kişidir. Karaman topraklarında yaşamıştır ve Karamanda zaviyesi bulunmaktadır. Türbesi Karaman’da kendi adını taşıyan Yunus Emre Cami bitişiğindedir.
1216 tarihi, Karaman için önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten itibaren, şehir bir daha el değiştirmemek üzere, tamamen Türklerin eline geçmiştir. Bu tarihlerde şehir, adları daha sonra Rodos Şövalyeleri olacak Hospitalierler’in elindedir. Yani şehir bir manastıra dönüşmüştür. 1216 yılında Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus’un baskısı ile Ermeni Kilikya Devleti, Larende’den çekilmiştir. Bundan sonra, Larende şehrinin kaderini değiştirecek üç önemli olay gerçekleşmiştir. Bu olayları, Mevlana’nın Karaman’a gelişi, Yunus Emre’nin Karaman’da doğuşu ve Karamanoğullarının burayı başkent yapışı olarak sıralayabiliriz. Birinci önemli olay, Mevlana ve ailesinin Belh’ten kalkıp
1222 yılında Karaman’a gelmesidir. Mevlana’nın babası Sultân’ul-Ulema Bahauddin Veled, kendisine bağlı topluluk ile beraber Horasan’dan kalkarak Hac ziyareti dâhil birçok yeri dolaştıktan sonra nihayet Larende’ye gelmiştir. Zamanın Selçuklu subaşısı Emir Musa, Bahaeddin Veled ve derviş topluluğunu şehir dışında karşılamış ve hemen kendi sarayına davet etmiştir. Ancak Bahaeddin Veled, her şehirde olduğu gibi burada kendisine, bir medrese gösterilmesini isteyerek, Selçuklu subaşısı Emir Musa’nın teklifini kabul etmemiştir. Subaşı Emir Musa da geçici bir mekân temin etmiş, daha sonra şehrin ortasına, Kalemiye Medresesi de denilen bir medreseyi, hızlı bir şekilde yaptırarak Bahauddin Veled’in hizmetine sunmuştur. Bu medrese şu an olmasa da yerinin, şu anki Mader-i Mevlana Camii ve civarı olduğu tahmin edilmektedir. Bahauddin Veled, Alaeddin Keykubad’ın ısrarlı davetlerini kabul edip Konya’ya gidinceye kadar, ailesi ve kendisine bağlı topluluk ile Karaman’da hayatlarını devam ettirmişlerdir. Yedi yıllık sürede Karaman için çok önemli hatıralar bırakmışlardır. Mevlana Karaman’a geldiğinde 15 yaşındadır. İlk evliliğini Larende’de yapmıştır. 1225 yılında, Bahaeddin Veled, seçkin müridlerinden, Şerafeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun ile oğlu Mevlana’yı Larende’de evlendirmiştir. Bu evliliğin hemen sonrasında Mevlana’nın annesi Mümine Hatun, burada vefat etmiştir. Bu elemli ölümü, Mevlana’nın kardeşi Muhammed Alaeddin’in ölümü ve devamında ise Şerafeddin Lala’nın eşi ve Mevlana’nın ninesi vefat etmiştir. Tüm bu ölümlere rağmen, ölümlerin acısını dindirecek olaylar da oluyordu. Mevlana’nın Gevher Hatun ile evliliğinden iki çocuğu da Karaman’da doğmuştur. Mevlana’nın ilk oğlu, herkesin de bildiği, Mevleviliği sistematik bir tarikat haline getiren Sultan Veled, Larende’de doğmuştur. Mevlana’nın ikinci evladı, Alaeddin Çelebi de Larende’de doğmuştur. Mevlana, birinci oğluna babasının adını, ikinci oğluna ise kardeşinin adını vermiştir. Ancak ikinci oğlu Alaaddin Muhammed, çok yaşamayarak Karaman’da vefat etmişlerdir. Günlük telaşeler ve uğraşlar bir yandan devam ederken diğer yandan da Bahaeddin Veled, medresede ilim irfan meclislerine devam ediyordu. Medrese derslerine Mevlana da dâhil her kesimden insan, yoğun ilgi gösteriyordu. Böylece Bahaeddin Veled’in şöhreti iyiden iyiye artmış, Konya sarayında Alaeddin Keykubad’ın kulağına kadar gitmişti. İlim ehlini çok seven ve değer veren Alaeddin Keykubad, Bahaeddin Veled’i Konya’ya davet etti. Bahaeddin Veled de Larende’de kendi eşini, oğlu Muhammed Alaeddin’i, torununu ve gelinini, mezar-ı şeriflerinde bırakarak Larende’den ayrıldı.
Mümine Hatun’un mezarı, Karaman’da sahibi ve tarihi bilinen en eski mezardır. Tarihi ve sahibi bilinen en eski diğer mezarlar da yine Mevlana’nın ailesi ve akrabalarına aittir. Yukarıda da isimlerini sayarak örneklediğimiz kişilerin mezarları, Aktekke Camii içinde türbe bölümündedir. Mümine Hatun’un ve Mevlana’nın diğer yakınlarının Karaman’da yatıyor olması şehrin önemini arttırmıştır. Daha o dönemde Mevlana, Konya’da hayatını sürdürse de kaybettiklerinin mezarlarını ziyaret etmek için sık sık Larende’ye gelmeye devam etmiştir. Devamında 1310 yılında dünyanın ikinci mevlevihanesi olarak Karaman Mevlevihanesi açılmıştır. Karaman Mevlevihanesi, yüzyıllarca ilim ve kültür merkezi olmuş ve birçok önemli insan yetiştirmiştir. Günümüzde de eski Karaman Mevlevihanesi, şimdiki Mader-i Mevlana Camii iç ve dış turizmde Karaman’ın ana motiflerindendir.